Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, kamu görevlilerinin görevleri sırasında elde ettikleri bilgileri koruma sorumluluğuna vurgu yaparak, bu bilgilerin izinsiz paylaşılmasının hem etik dışı hem de suç olduğunu belirtti. Altun, “Kamu görevlilerimizin, vazifeleri gereği edindikleri her bilgiyi, kamuya emanet edilmiş bir değer olarak görmeleri gerekir. Bu bilgilerin herhangi bir sebeple paylaşılması hem etik dışı hem de suçtur,” dedi.
Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü’nde düzenlenen Adalet ve Medya İlişkisi Paneli’nde konuşan Altun, Adalet Bakanlığı ve İletişim Başkanlığı tarafından düzenlenen etkinlikte Hz. Ömer’in “Adalet mülkün temelidir” sözünün anlamına da dikkat çekti.
Adalet olmadan toplumlarda huzur, barış, refah ve düzenin sağlanamayacağını belirten Altun, “Hak sahibinin hakkını alabilmesi, güçlünün değil haklının korunması, hak yiyenlerin, suçluların cezalandırılması toplumsal huzurun en önemli bileşenleridir. Günümüzde pek çok alanda olduğu gibi adalet arayışları, hak arama mücadeleleri de medya sayesinde gerçek zamanlı olarak kamuoyu gündemine taşınıyor. Ancak medya sadece bir aktarıcı olarak değil, çoğu zaman kendisi de bir özne olarak, kendisi de bir aktör olarak bu süreçlerin bazen pozitif, bazen negatif bir unsuru olarak rol oynuyor.” ifadesini kullandı.
Altun, Türkiye’de medya ile adalet kurumları arasındaki ilişkiyi güçlendirmek, doğru ve hızlı haber alma ilkesi çerçevesinde toplumun adalet sistemine olan güvenini artırmak, iletişim süreçlerinin doğru ve etkin şekilde sürdürülebilmesine katkı sunmak amacıyla düzenlenen panelin, faydalı çıktılar üreteceğine, toplumsal adalet, bireylerin hak ve özgürlük arayışlarına katkı sağlayacağına inandığını söyledi.
Sosyolog Niklas Luhmann’ın “Güven toplumun en karmaşık ilişkilerini bir arada tutan bağdır” sözünü alıntılayan Altun, toplumsal güvenin merkezinde yer alan adalet anlayışının aynı zamanda kamuoyunda, toplumsal barışı ve hakikati korumanın da en önemli vasıtası olduğunu dile getirdi.
Medyanın hiç kuşkusuz bu sürecin önemli bileşenlerinden biri olduğuna dikkati çeken Altun, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Medya, modern dönemde toplumsal adalet ve bireylerin hak arayışları açısından merkezi önemi haiz bir kurumdur. Medya, adaleti tehdit eden ve toplumsal vicdanı zedeleyen olaylara karşı toplumun sesi ve adaletin savunucusu olmak durumundadır. Fakat önümüzdeki soru şudur; nasıl bir medya? Hakikat zemininden ayrılmayan bir medya. Hakikati merkeze alarak toplumsal adalet için mücadele eden bir medya. Medya bunu yaptığı takdirde hem toplumsal adalet arayışları için hem de bireysel hak ve adalet arayışları için merkezi önemdedir. Her şeyden önce medya, demokratik toplumlarda hesap verilebilirliği temin eden en önemli vasıtalardan biridir. Medya, toplumsal talepleri öne çıkararak kamu adına denetleyici bir fonksiyon icra eder. Medya bu denetleyici fonksiyonunu yerine getirirken aynı zamanda bir bilinçlenme ve farkındalık sağlar, kamuoyu oluşmasına aracılık eder. Diğer yandan, medya, toplumdaki müşterekleri, ortak duygu ve düşünceleri görünür kılar, bu anlamda toplumsal dayanışma duygusunu pekiştirir. Adalet hizmetleri açısından meseleye bakacak olursak, medyanın en önemli fonksiyonu hak ihlallerini sağlıklı bir şekilde duyurabilmesi ve bu sayede yargılama süreçlerinin şeffaf bir şekilde ilerlemesine olumlu yönde katkı sağlayabilmesidir.”
“Uzmanlaşmamış isimler tarafından üretilen içerikler kamuoyunda infiale sebep olabilmekte”
Medyanın toplumsal adalete, bireylerin hak ve adalet arayışlarına katkı sunabileceği gibi, yargı mekanizmalarının işleyişine birtakım olumsuz etkiler de yapabileceğine işaret eden Altun, bu olumsuzlukların başında, devam eden yargı süreçleriyle ilgili gizlilik ihlallerinin geldiğini aktardı.
Gizlilik ihlalinin, adaletin tesis edilmesinde yargı süreçlerini akamete uğratabileceğine vurgu yapan Altun, şu görüşleri paylaştı:
“Yargı sürecinde eksik ve yanlış bilgilerle taraflı haber yapma, önyargı oluşturma, kamuoyunda yargısız infaza sebep olabilmektedir. Sansasyon yaratma ve reyting kaygısıyla teyit edilmemiş, editoryal süreçten geçmemiş bilgilerin hızla, alelacele servis edilmesi, bunların da popülerlik kazanmış sosyal medya hesaplarından paylaşılması toplumda infial yaratabilmektedir. Bu süreçte ortaya çıkan bilgi kirliliği ve dezenformasyon ise adaleti tesis etmenin önünde büyük bir engele dönüşmektedir. Diğer yandan, medyanın etik kurallarına uymayıp, yargılama süreçlerinde, mağdur ve yakınlarının mahremiyetine saygı göstermediğine de zaman zaman şahitlik edebiliyoruz. Kimi medya mensupları ve sosyal medya kullanıcıları çeşitli saiklerle -bu siyasi ve ideolojik olabilir, fark etmez- fakat kendi menfaatleri adına mağdurların acılarını istismar edebilmektedirler. Yine adli süreçlere dair yanlış kavramlar kullanılması, işleyişin bilinmemesinden kaynaklanan hatalar kamuoyunun yanlış bilgilendirilmesine, bilgi kirliliğine yol açabilmektedir. Şurası çok açık bir gerçek; hukuk son derece teknik ve mesleki bilgi gerektiren bir alandır. Alanla ilgili eğitim almamış, mesleki tecrübesi olmayan isimlerin yargı süreçleriyle ilgili içerik üretmesi, daha da fenası hüküm vermesi, maalesef çok sık karşılaştığımız bir sorun. Hukuki yönden teknik bilginin yetersizliğiyle malul, uzman görüşlerine başvurulmadan veya yargı haberciliğinde uzmanlaşmamış isimler tarafından üretilen içerikler kamuoyunda infiale, kafa karışıklığına sebebiyet verebilmekte, dahası hakikat ve adaletin tahrif edilmesine yol açabilmektedir. Bu tür içeriklerin yargı süreçlerine olumsuz etkileri hepimizin malumudur. Bütün bunlar toplumsal öfkeye, sisteme karşı güvensizliğe ve toplumsal kutuplaşmaya yol açtığı gibi, toplumdaki adalet duygusunun zayıflamasına, cezasızlık algısının yükselmesine sebebiyet vermektedir.”
Medya ve adalet ilişkisi bağlamında ana sorunun, hukuk bilgisi noksanlığı ve kaynağı her ne olursa olsun çıkar temelli yayıncılık anlayışı olduğunu söyleyen Altun, bu sorun karşısında medya kuruluşlarının öncelikle hukukun son derece önemli bir ihtisas alanı olduğunu göz önünde bulundurması gerektiğini anlattı.
Bu bilinçle uzman hukukçulardan destek alınmasının önemli olduğunun altını çizen Altun, “Hukukun temel kavramlarını, mahkemelerin yetki alanlarını ve dava süreçlerini bilmeyen bir kimsenin herhangi bir davayı doğru anlatması mümkün değildir. Medya kuruluşlarımızın hukuk alanında ihtisas sahibi kişi ve kurumlarla işbirliği mekanizmalarını işletmeleri bu noktada çok önemlidir. Bunun yanı sıra adli yargılama süreçlerini takip eden medya mensuplarımızın bu alanda uzmanlaşmalarının da adaleti bihakkın tesis etmede ve sorunları en aza indirmede büyük katkıları olacaktır. Konvansiyonel medya kuruluşlarının, gelişen teknolojilerin beraberinde getirdiği meydan okumalara, sınamalara karşı cevap geliştirmesi de elzemdir. Bu noktada, konvansiyonel medyanın yeni medya mecralarından yayılan teyitsiz içerikleri süzecek mekanizmaları kurması hayati bir önem taşıyor. İletişim terminolojisiyle, Kurt Lewin’in kavramsallaştırmasıyla konuşacak olursak, yeni nesil ‘eşik bekçileri’ mekanizmalarına ihtiyacımız var. Geleneksel medyanın, konvansiyonel medyanın bu bağlamda yeni medyadan gelen içerikleri süzecek ‘eşik bekçileri’ mekanizmalarına ihtiyacı var.” sözlerini sarf etti.
Sıhhatli bir medya ve adalet ilişkisinin tesisinde kamu otoritelerine de büyük sorumluluk düştüğünü aktaran Altun, “Bu alanda birincil derecede sorumlu kurum ve kuruluşlarımız öncülüğünde yargı okuryazarlığını artırmak belki de en önemli meselelerimizden bir tanesidir. Adalet Bakanlığımız ile birlikte İletişim Başkanlığımızın üzerinde durduğu temel meselelerden biri, bu hususta bir bilinç oluşturmak, bu anlamda yargı okuryazarlığını hem medyamızda hem toplumda yaymaya, arttırmaya dönük çaba sarf etmektir. Medya ve yargı organları arasında sistematik iletişim mekanizmaları oluşturulmalı ve kamuoyunun düzenli şekilde bilgilendirilmesi de bu bağlamda son derece önemlidir. Söz konusu mekanizmalara üniversiteler ve STK’ların da dahil edilmesi, hukuki süreçlerle ilgili bilinç ve farkındalık eğitim programları, etkinlikler ve projeler bu süreçte elbette yaygınlaştırılmak durumundadır.” değerlendirmesinde bulundu.
Bu projelerin en önemli çıktısının masumiyet karinesinin ve basın özgürlüğünün zarar görmeyeceği dengeli yayın anlayışı için etik standartlar inşa etmek olduğunu kaydeden Altun, “Bir tarafta masumiyet karinesini korumak, öbür tarafta basın özgürlüğünü korumak durumundayız. Her ikisi arasında bir denge oluşturulmalı ve bu dengeyi esas kılan, bu dengeyi kurumsallaştıran medya etik standartlarını oturtmak durumundayız. İletişim Başkanlığı olarak, yakın zamanda yayımladığımız ‘Doğru Habercilik ve Medya Etiği’ kitabımızda bu konuya özel bir bölüm ayırdık. Bu bölümde şu ilkelerin altını çizdik. Medya mensubu daima masumiyet karinesi ilkesine saygı göstererek haber hazırlamalıdır. Suçlara ilişkin olarak ön değerlendirme yapılmamalı, önyargılı olunmamalıdır. Bir mahkemenin veya yetkilinin kararına ilişkin tahmin yürütülmemelidir. Medya mensubu adil yargılanma hakkına saygı göstermelidir. Bir suçla ilgisi olmayan akrabaların ya da etkilenen diğer kişilerin isim veya fotoğrafları haber içerdiğinde kullanılmamalıdır. Basın mensubu, hiçbir surette 18 yaşından küçük suç faili veya mağdurlarının kimliğini açıklamamalıdır. Kişilerin geçmişleri sebebiyle suçlanmaları yanlıştır. Hazırlık soruşturması sırasında soruşturmada zafiyet yaratacak şekilde haber hazırlanmasından kaçınılmalıdır. Medya mensubu yargı sürecinde taraf olmamalıdır. Hülasa, medya profesyonelleri bu saydığımız ilkeler başta olmak üzere medya etiği standartlarını içselleştirmeli ve bunlara harfiyen uymaya özen göstermelidir.” diye konuştu.
“Sosyal medya platformları siyasi ve ticari kaygılarla da sıklıkla manipüle edilen bir yapıya sahip”
Günümüzde adalet-medya ilişkisini etkileyen bir diğer faktörün ise dijital iletişim dönemi ve sosyal medya platformları olduğunu vurgulayan Altun, şöyle devam etti:
“Sosyal medya platformları, konvansiyonel medya araçlarına nazaran etkileşim ve popüler olma kaygısı nedeniyle dezenformasyonun, yanlış bilgilerin daha hızlı yayıldığı mecralar. Sosyal medya platformları siyasi ve ticari kaygılarla da sıklıkla manipüle edilen bir yapıya sahip. Dijital mecraların manipülasyona açık yapısı, yargılama süreçlerinde, masumiyet karinesinin hiçe sayılarak linç kültürünün yaygınlaşmasına sebep oluyor. Sözüm ona sosyal medya mahkemeleriyle, yargısız infazlarla, dijital linçlerle yargı aleni şekilde baskı altında tutulmaya çalışılıyor. Bu mecralarda sık gördüğümüz itibar suikastlarıyla mahremiyet ihlal ediliyor, en temel bireysel hak ve özgürlükler hiçe sayılıyor. Bilhassa kamuoyuna yansıyan hassas soruşturma ve davalarda kimi zaman suç ve suçlu kötücül amaçlarla ne yazık ki mitleştiriliyor, efsaneleştiriliyor, hatta kahramanlaştırılabiliyor. Dijital ortamlarda linçe maruz kalanlarda ise onulmaz ve ağır psikolojik travmalar meydana geliyor. Emniyet ve adalet teşkilatımızın binbir emekle yürüttüğü süreçler akamete uğratılıyor ve adil yargılama zorlaşıyor. Bu durum her şeyden önce toplumsal adalet duygusunu ve kurumların itibarını zedelediği gibi toplumda cezasızlık algısının oluşmasına sebebiyet veriyor.
Şurası çok açık; toplumsal kutuplaşmaya da sebebiyet veren fakat özünde toplumun adalet telakkisine, bireylerin hak ve adalet arayışlarına zarar veren bu tür kötücül faaliyetler büyük birer vebaldir, bununla beraber suçtur. Sosyal medya platformları bu suçun işlenmesine aracılık ettiği ve göz yumduğu müddetçe birincil derecede sorumludur. Dijital platformlar sorumluluklarını yerine getirmedikleri takdirde yaptırıma tabi tutulacaklarını da bilmek durumundadırlar. Bu platformlardan neşet eden dezenformasyon ve linç kültürüne karşı hem hukuki olarak elimiz güçlü olmalı hem de ihtiyaç halinde gerekli düzenlemeleri hızla hayata geçirebilmeliyiz. Bunun yanı sıra düzenleyici kurum ve kuruluşların hiçbir ayrım gözetmeden, haberin ve dezenformasyonun nereden geldiğine bakmadan cesaretle bu konudaki her türlü ihlali engellemesi ve caydırıcı yaptırımlar ortaya koyması gerekir.”
CİMER’e son 6 ayda “ilkeli ve sorumlu yayıncılık” başlıklı 76 bin 400 talep iletildi
Geçen hafta gerçekleştirilen TUSAŞ’a yönelik terör saldırısına değinen, şehitlere rahmet ve yaralılara şifa dileyen Altun, “Emniyet güçlerimiz terör saldırısına müdahale ettiği sıralarda biz sosyal medyada neredeyse terör propagandasına eşdeğer görüntülerle karşı karşıya kaldık, bu görüntülere maruz kaldık. Aynı görüntüler, aynı görseller maalesef konvansiyonel medyada da yayımlandı. Sosyal medyada yayımlanması bir mesele ise konvansiyonel medyada aynı görüntülerin yer alması da çok büyük bir meseledir. Bu yayınların, ilkeli ve sorumlu yayıncılık anlayışıyla bağdaştırılması mümkün değildir. O süreçte elbette o görüntüleri servis edenler de yayılmasını temin edenler de suçludur ve devletimizin ilgili birimleri bu süreci aydınlatmak için de titiz bir soruşturma yürütmektedir. Milletimiz bu konuda son derece hassastır.” dedi.
Vatandaşlardan CİMER’e gelen taleplere ve şikayetlere değinen Altun, şunları kaydetti:
“Son 6 ayda CİMER’e yapılan başvurular içinde 76 bin 400’ü, medyadan ve sosyal medyadan ilkeli ve sorumlu yayıncılık talebinde bulunuyor. Halkımızın gösterdiği bu hassasiyet doğrultusunda, ben bir kez daha, medya kuruluşlarımızı ve sosyal medya platformlarını, yukarıda zikrettiğim medya etik ilkelerine uygun, sorumlu yayıncılığa davet ediyorum. Kuşkusuz tam da bu noktada kamu görevlilerine yönelik de hatırlatmamız olmalı. Kamu görevlilerimizin vazife esnasında tarafınıza tevdi edilmiş yahut bir şekilde ulaşmış olduğunuz her bilgiyi, kendi namusları gibi, kendilerine kamu adına emanet edilmiş bilgiler olarak görmeleri gerekir. Her ne sebeple olursa olsun bu bilgi ve görsellerin kontrolsüz paylaşımı, bunların kamu çalışanlarımız eliyle yaygınlaşması etik dışıdır ve suçtur. Kamu görevlilerimiz ve medya mensuplarımız başta olmak üzere herkesi bu konuda daha özenli olmaya davet ediyorum.”
Fahrettin Altun, bu tür organizasyonlarla kamu iletişiminin daha etkili bir forma evrilmesini temenni ederken, panelin düzenlenmesinde emeği geçenlere teşekkür etti. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ile Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Esra Hatipoğlu da programda konuşma yaptı.